Sonsuz mekanın peşinde

Turgut Cansever

Türk mimarisini tarihsel kökleri ile bağlarını koparmadan yaşatan çağdaş çizgiyi yakalayan ve ufuk açan yapıtlarıyla ilham veren mimar, modern yapı teknolojisini geleneksel fikir ve ilkelerle ustaca birleştiren projeleriyle tanınıyor. 

12 Eylül 1920’de Antalya’da doğan Turgut Cansever, Galatasaray Lisesi ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü'nden mezun olduktan sonra Mimar Prof. Sedat Hakkı Eldem’in asistanlığını yapar. Doktorası Türkiye’de yapılan ilk sanat tarihi doktorası, doçentliği ise modern mimarinin o güne kadar yapılmış yegâne değerlendirmesiydi.

Ressam olmak düşüncesiyle girdiği İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde Halil Dikmen’le, Mazhar Şevket İpşiroğlu’yla, Sedad Hakkı Eldem’le tanışır. Mimarlık öğrenimi görmeye karar verdikten sonra Sedad Hakkı Bey'in yardımcısı olur ve mimarlık öğreniminden sonra da sanat tarihi doktorası yapmaya yönelir. İslam Sanatı tarihi hocası Ernst Diez'in etkisiyle 1949’da yazdığı “Osmanlı ve Selçuklu Mimarisinde Sütun Başlıkları” adlı doktora tezi, Türkiye’de yapılan sanat tarihi doktora tezlerinin ilki sayılıyor. 2010 yılında "Sonsuz Mekânın Peşinde: Selçuk ve Osmanlı Sanatında Sütun Başlıkları" adıyla yayımlanan kitap için 14 Anadolu şehrini ve 111 yapıyı ziyaret etmişti. 

Akademide hocası olan Sedat Hakkı Eldem onun mimarlığını da şekillendirir; şöyle anlatır hocasını bir makalesinde: "Birinci ve ikinci sınıflarda Sedat Bey’in dersinin güzelliğini fark etmekle beraber kendimi o şiiriyete teslim etmiş değildim. İkinci sene sonunda, mayıs ayında, iki senedir anlattığı yapı bilgisini, yarım saatte özetledi. Temelin atılacağı arsanın tesviyesinden çatının tepesine topuz kiremit konuluncaya kadarki yapı sürecini o kadar güzel anlattı ki, o gün mimar olmaya karar verdim. Sedat Hakkı Bey’in yapı dersini anlatmasındaki tarif edilmez berraklığı unutamam. Lisede son iki yıl geometri meselelerini çözmek en büyük zevkimdi. Daha zarif çözümler bulmak, arkadaşlarımızla aramızda yarıştığımız bir şeydi. Akademi birinci sınıfta bina bilgisi dersinde geometri problemlerine benzer bina fonksiyonel düzenlemesi yapmak öğrencilere vazife olarak verilirdi. Bu, hoşuma giden tek şeydi. Bir süre sonra bu meseleleri rahatlıkla çözebilir hâle geldim. Sedat Hakkı Bey Millî Mimari Semineri’nde de her öğrenciye birkaç tarihî binanın rölöve projesini çizdirirdi. Bu binayı mutlaka daha önceki senelerde birisine çizdirmiştir. Birbirinin üzerine koyarak kontrol eder, yanlışları arardı. Çok sertti, etrafa müthiş korku salmıştı. Ben Baba Haydar Tekkesi’nin rölövesini çizmiştim. Türk Bahçeleri ve Köşkler ve Kasırlar’ın ilk metinlerini birlikte kaleme aldık 1946-1949 arasında. Bu benim için müthiş bir eğitimdi. Bana yazma melekesi ve disiplini kazandırdı. Aynı yıllarda, yani 1943-1944 yıllarında Prof. Kessler de Gece Postası veya Son Saat’te gecekondu meselesiyle ilgili yazılar yazar, ayrıca her fırsatta bu meseleyi konferans biçiminde anlatırdı. Türk vatandaşı olmuştu. O zaman İstanbul’da 1.500 civarında gecekondu vardı. 'Eğer bu insanların problemlerine çare bulunmaz, gecekondulaşma önlenmezse bu ülke korkunç krizler yaşayacaktır!' derdi, yani bugünleri o yıllarda görmüştü. Onun yazılarını okur, konferanslarını dinlerdim."

"İnsan olmak" ve mimari

Akademik eğitimini aldıktan sonra Fransa'ya giderek bir süre Avrupa'yı dolaşır ve daha sonra ülkeye dönerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden “Modern Mimarinin Sorunları” adlı 1960 tarihli tezi ile doçent unvanını alır.“Var olmak”, “insan olmak”, “varlık” ile mimarinin ilişkisini kurmaya çalışan mimarın eserlerinde; varlık, varlığın katmanları, varlığın dinamik yapısı, yaratıcı-insan, tabiat-insan ilişkileri, tabii olan-insan ürünü (suni) olan arasındaki ilişkiler gibi konularda derinlemesine incelemeler görülebiliyor. Kubbeyi Yere Koymamak adlı kendisiyle yapılmış bir söyleşisinde, “Mimarî, tüm varlık düzeylerinde, özellikle de insanın bilinç ve bütün tarihinin mekân-zaman bağlamında tüm varlık problemleri dikkate alınarak tahlil edilmelidir" diyen Cansever; mimariyi maddi, biyo-sosyal, rûhi insanın tüm varlık alanlarının hakkı verilerek ciddiyetle yapılması gereken bir iş olarak tarif ediyor. 

Beyazıt Meydanı projesi

Turgut Cansever’in en önemli projesi Beyazıt Meydanı projesinde varlığın dinamik yapısı ile insanın hareketi ilişkisi üzerine çeşitlendirdiği, çoklaştırdığı, çoğullaştırdığı anlam katmanlarını ciddiyetle kurmuş. Gelenekten öğrenebileceklere örneklik oluşturarak ve uygun olan mimari dili göstererek, yeni ve eski malzemeleri insicamlı bir şekilde bir araya getirip modern yapı teknolojisini geleneksel fikir ve ilkelerle birleştirdiği  gerekçesiyle Bodrum’da Ertegün Evi (1971-73), Türk Tarih Kurumu (Ertur Yener ile, 1951-1967) ve Bodrum’daki Demir Evleri (1992) ile Ağahan Mimarlık Ödülü'nü üç kez kazanan Cansever, bu ödülü dünyada üç kez alan tek mimar unvanına sahip.

TMMOB Mimarlar Odası tarafından verilen II. Ulusal Mimarlık Ödülleri kapsamında “Büyük Ödül (Sinan Ödülü)” 1990 yılında, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün her yıl verdiği “Kültür ve Sanat Büyük Ödülü” 2005’de, TBMM Üstün Hizmet Ödülü 2007’de, T.C. Cumhurbaşkanlığı “Kültür ve Sanat Büyük Ödülü” 2008’de kendisine verilmişti. 

İstanbul Çengelköy Sadullah Paşa Yalısı Restorasyonu (1949)[23], Adana Karatepe Açık Hava Müzesi (1977-61), İstanbul Üsküdar Salacak Çürüksulu Yalısı Restorasyonu (1968-71), İstanbul Burgazada Ataç Evi (Feyza Cansever ile, 1983-86), Bodrum Sualtı Arkeoloji Enstitüsü (Feyza Cansever ile, 1988-96)[24], Antalya Karakaş Camii (1991-99), İstanbul Kandilli Hadi Bey Yalısı Restorasyonu (Emine Öğün ile, 1994-99) da bilinen eserleri arasında.

"Ufki şehirler kurmak"

Anadolu İslam mimarisi geleneğini ve formlarını, şehircilik anlayışını çağdaş ve yaratıcı biçimde dönüştürerek sunan Cansever, herkesin adil bir şekilde insan eliyle üretilmiş güzellikten payını alması için “ufkî şehirler” kurmanın zorunlu olduğunu düşünüyor ve bu doğrultuda çaba göstermesi gerektiğine inanıyordu. Batı mimarisinin aksine İslam mimarisinin bireyi özgürleştirdiğini savunan mimar, özellikle Barok mimarisini sert bir üslupla eleştirir. Barok mimarisini; karmaşık, gösterişçi, yapmacık, despotik tavır olarak tanımlar ve Barok üslubunun karşısına İslam mimarisinin ferdi yücelten, dingin, kümülatif tavrını koyar. Turgut Cansever’de estetik kavramı tevhit ilkesinde hayat bulur.  Ona göre estetik, inancımızın bir parçasıdır. Eğer estetik kavramından uzak isek bunun iki sebebi vardır: “Ya inancımız çok yanlıştır yahut inancımızla onun arasındaki bütünlüğü hissetmiyoruz” der.

Turgut Cansever’in 60 yıllık mimarlık hayatı boyunca inşa ettiği yapıların sayısı 30’u bulmadı. Yaptığı işi ciddiyetle ve hakkını vererek yaptığı için, eserlerinin azlığına rağmen her biri birer mimari manifesto niteliği taşıdı ve taşımaya devam ediyor. Uğur Tanyeli ve Atilla Yücel'in editörlüğünde hazırlanan Turgut Cansever; Düşünce Adamı ve Mimar kitabının arka kapağında şöyle yazıyor:

“Turgut Cansever, Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinin en özgün ve muhalif duruşlarından birinin sahibi. O hem 1940’lardan başlayarak aktif bir mimarlık yaşamı sürdürdü hem de fiziksel çevrenin biçimlenmesi konusunda düşünceler üretti; en önemlisi, mimarlığı eksen alan bir kültürel eleştiri kariyeri inşa etti. Kent ölçeğinden tek yapıya uzanan bir çerçevede inşa edilmiş alanı Türkiye’nin kültürel değişim gerçekleri bağlamında okumaya çalıştı. Onun ülkenin modernleşme ve kentleşme süreçlerinden Batılılaşma’ya, kitlesel konut gereksinmesine ve teknolojiye dek üzerinde durmadığı hemen hiçbir tartışma başlığı yok. Dönüşüm ve mimarlığı, Türk toplumunun kültürel yapıtaşlarından olan İslami inanç ve düşünce kaynaklarıyla yeniden kavramaya çalışmasıysa yaşamsal önem taşıyor. Onun yaklaşımı, güncel Türkiye’nin; mimarlığı ve en genelde tüm kültürel yaratımı düşünmeye, radikal ve travmatik bir ‘unutuş’ yerine, sakin, dingin ve soğukkanlı bir ‘hatırlatma’ üzerinden başlamasını öneriyor.”

Mimarlığı İslam'ın tanımladığı bir varoluş

Uğur Tanyeli, editörlüğünü yaptığı kitabın sunum yazısında Turgut Cansever'in mimarlığını tanımlarken onun fiziksel çevreci kent ve genelde mimarlık kavrayışı bağlamında iki uca yönelmekten kaçınmadığını söylüyor ve ekliyor: "O, belki de çağdaş İslam dünyasında, kentin ve mimarlığın, bir toplumun varoluş sorunsallarından biri olduğu düşüncesini öne süren ilk kişidir. Daha öncekilerin soruyu böyle sorup böyle cevapladıkları söylenemez. Turgut Cansever'in düşünsel anlamda bir önemi varsa, yukarıdaki yaklaşım sahipleri gibi yapmamasından ötürü var. İslam dünyasına, kente, mimarlığa, İslam'a ontolojik bir bakışla yaklaşıyor. Mimarlığı İslam'ın tanımladığı bir varoluş, bir varlık sorunsalının içinden kavramaya çalışıyor.

Cansever'in tavrı bir sofunun tavrı değil. Cansever yaşam biçimini, kültürü, sanatı, mimarlığı, yani toplumsal ve kişisel yaşamın tüm bileşenlerini İslam dininin belirlediği eksen çevresinde biçimlenen sağlam bir bütünsellik içinde düşünmek ve yaşamak istiyor. Yalnız insanın varettiği soyut ve somut her şeyi değil, doğada var olanları da (ontolojik anlamda tüm varlıklar alemini) içeren bir bütünsellik düşünüyor Cansever. Onun bu düşüncesi tasavvufun evreni tek bir tümel varlık olarak ele alan "vahdet'i vücut" kavramına hiç de uzak düşmüyor. Belki onunla doğrudan bağlantılı olduğu bile söylenebilir." 

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Sinan Kafadar

Saltmarsh evi

Turgut_Cansever

Anadolu İslam mimarisi geleneğini ve formlarını, şehircilik anlayışını çağdaş ve yaratıcı biçimde dönüştürerek sunan Cansever, herkesin adil bir şekilde insan eliyle üretilmiş güzellikten payını alması için “ufkî şehirler” kurmanın zorunlu olduğunu düşünüyor ve bu doğrultuda çaba göstermesi gerektiğine inanıyordu.

tc-banner-1095x560
karatepe-aslantas-acik-hava-muzesi-2
karatepe-aslantas-acik-hava-muzesi-14
Demir_Tatil_Köyü2
Demir_Tatil_Köyü1
Cansever_1

Yorum Yaz

{{user.tamisim}} {{user.tamisim}}