Kınakına Ağacı
Güney Amerika yerli halklarının "kabukların kabuğu" dediği kınakına ağacı, Kolomb öncesi dönemde de tıbbi amaçla kullanılıyordu. Peru'nun And Dağları'na özgü kınakına ağacı, Güney Amerika'nın İspanyol kolonizasyonundan kalma 15. yüzyıl metinlerinde de geçiyor.
Kolonyal ağlar aracılığıyla dolaşan birçok bitkide olduğu gibi, temas öncesi tarihi ve ilgili yerel bilgi, kaşiflerin anlatılarında “efsane” olarak parantez içine alınmış durumda. Kınakına kabuğu ilk olarak 1600'lerin başında Ekvador'daki Loja'da bir ilaç olarak kaydedilmiş; ancak İspanyol fethinden önce sıtma için kullanıldığına dair bilinen hiçbir kayıt yok.
Artık sıtma hastalığını yaydığını bildiğimiz sivrisinekler o dönemde de bölgede vardı, ancak sıtma salgınının Güney Amerika'ya büyük olasılıkla Avrupalılarla birlikte geldiği de biliniyor. Avrupalıların gelişinden önce sıtma için kullanılmış olması pek olası değildi, çünkü sömürgeciler hastalığın en ölümcül şeklini kendi bedenlerinde ve köleleştirdikleri Afrika halklarının bedenlerinde yanlarında getirdiler. Yerli şifacıların üstün botanik bilgilerinin bu yeni gelen hastalık için daha iyi tedaviler arayışıyla birleştirilmesinin yeni 'tedavi' ile sonuçlandığı düşünülüyor. 16. yüzyılda kınakına kabuğunun, Amerika'dan getirilen diğer bitkilerle birlikte şifalı bitki bahçelerinin olduğu Avrupa manastırlarına ulaştığını biliyoruz
Kınakına ağacının adı nereden geliyor?
Kabuğun 1638'de sıtmaya yakalanan Chinchon Kontesi'nin ateşini düşürmek için kullanıldığını anlatan Carolus Linneaus, -büyük olasılıkla uydurma olan bu hikayeyi doğru kabul ederek- bitkiye Chinchona adını verirken kontesin adını yanlış kaydetmişti. Kınakına kabuğunun bugün sıtma adını verdiğimiz aralıklı ateş nöbetlerinin tedavisinde kullanıldığını öğrenen hekimler ve misyonerler bu yeni ilacı sıtmanın yaygın görüldüğü Avrupa'ya taşımaya başlar.
Peru ağaç kabuğu, Cizvit kabuğu ya da yalnızca kabuk gibi farklı adlarla bilinen bu yeni ilaç 17. yüzyılda girişimci bir İngiliz hekim tarafından Fransız sarayına tanıtılınca yaygın kullanılır hale gelmeye başlar. O dönemde "humma" teşhis ve tedavisi, semptomlara ya da hekimin klinik deneyimine göre değişiyordu, kullanılan kabuk da farklı kalitelerdeydi. Yine de kınakına ağacı Peru'daki İspanyollar için önemli bir gelir kaynağıydı; o yüzden ağaçlara ulaşımı da sıkı kontrol altına almışlardı.
Kınakına nasıl işleniyor?
Kınakına kabuğu geleneksel yöntemde, ağaç gövdesinin belli bölgelerinden kesilip çıkarılarak toplanıyordu, böylece ağaç kendini yenileyebiliyordu. Elde edilen ürün işlemden geçirilmeden önce güneşte kurutuluyordu. 19. yüzyıla kadar Güney Amerika, dünyanın dört bir yanına toz haline getirilmek ve kaynatma veya şarapla alınmak üzere gönderilen değerli kınakına kabuğunun tek kaynağı olmuş.
Sömürgecilikle iç içe
Fransız kimyagerler Joseph Bienaime Caventou ve Pierre Joseph Pelletier, kınakına kabuğunun aktif maddesi kinini 19. yüzyıl başında izole etmeyi başarır ve böylelikle dozaj daha ayarlanabilir hale gelir. Avrupa emperyal yayılımı Afrika ve Asya'ya uzanınca kinine talep iyiden iyiye artmaya başlar. İngilizler ve Hollandalılar kınakına tohumlarını Peru'dan gizlice çıkarmaya çalışıyordu. 1865-1885 yılları arasında süren İngilizlerin kaçakçılık girişimlerinin ardında Kew Kraliyet Botanik Bahçesi'nin yöneticisi olan Joseph Dalton Hooker da vardır. Sıtmanın yaygın görüldüğü Hindistan'da uzun yıllar kalan Hooker, bu kıtada kınakına plantasyonları kurmanın ne derece önemli olduğunu biliyordu. Sıtmaya karşı kınakına tedariki, yeni tropik topraklar ve zenginlik arayışlarında kolonicilerin sağlığını desteklemeye yardımcı olduğundan, kısa sürede imparatorluk inşası için vazgeçilmez olmuş. Hollandalılar da kaçırdıkları bitkiyi Cava adasında yetiştirmeyi denemiş.
Bitki casusluğunun gözde ağacı
1800'lerin ortalarına kadar Atlantik boyunca, Avrupa kıyılarından uzakta yetişen, ancak yüksek talep gören değerli kınakına kabuğunun ticareti yapıldı. 1850 ile 1860 yılları arasında Hollandalılar ve İngilizler, kendi tarlalarını kurmak için kınakına tohumlarını ve fidanlarını alıp Güney Amerika'ya seferler düzenlediler. Ağacı "insanlığın yararına" yıkıcı aşırı hasattan "kurtarmak" şeklindeki "insani" bahaneyi kullandılar. Bölgeyi kontrol eden İspanyollar izin vermesine rağmen, bu keşif gezileri, geçim kaynaklarının çalınacağını bilen yerel halkın isteklerine aykırı olduğu için gizli olarak gerçekleştiriliyordu.
Bitki casusluğu denemeleri başta komik sonuçlar vermiş. Yanlış türlerin tohumları kaçırılmış; ele geçirilen tohumlar İngiltere'ye yapılan uzun yolculuklarda yitirilmiş ama sonunda Kew Kraliyet Botanik Bahçesi 1861'de kınakına tohumlarına kavuşmuş ve Hindistan'da yetiştirilmesi planlanan fideler, bitki taşımak üzere tasarlanan Wardian adlı özel cam muhafazalarda yola çıkmış. Hindistan, Seylan ve Cava'da kurulan plantasyonlar kinin stokunu güçlendirmiş ama her zaman yoğun olan talep güçlükle karşılanıyormuş
Sonunda, milyonlarca ağaç, bu bölgelerdeki kınakına ağaçlarına yer açmak için yerle bir edilen ve yakılan yerel bitki örtüsünün yerini alarak, geniş İngiliz-Hint ve Hollanda-Cava tarlalarına nakledilmiş. 19. yüzyılın ikinci yarısı boyunca hem alkaloitler açısından yüksek hem de Hindistan ve Java ortamlarına uygun ağaçlar üretmek için kınakına melezlenmesi üzerine birçok deneme yapılmış. İngilizler, ülke içinde ve kolonyal kullanım için sıtmaya karşı ilaçlar sağlamayı amaçlıyordu ve bu da başarıyla 20. yüzyılın başlarına kadar devam etmiş.
İlk küresel ilaç karteli
Asya'daki kolonyal tarlalarda, yerel halk, bazen bütün aileleriyle birlikte sözleşmeli işçi olarak çalışıyor, kınakına kabuğunu yetiştirip topluyor, kinin ve diğer alkaloidlere dönüştürüyorlardı. İşçi açığını doldurmak için mahkûmlar da çalıştırılmaya, farklı ülkelerden gelen insanlar da çalışmaları karşılığında toprak vaadiyle nakledilmiş. 1913'teki Quinine Anlaşması ilk küresel ilaç kartelini yaratan Hollandalılar sonunda ticarete hakim olmuş. 20. yüzyılın başlarında, İngiliz-Hint tarlaları kıyaslandığında çok az ürün vermiş, ancak Hint tarlalarının bazı bölümleri bugün hala var ve başlangıçta toprakla ödenen aynı ailelerden bazıları tarafından yönetiliyor.
1942'de, II. Dünya Savaşı sırasında Japonlar, şimdiye kadar kınakına kabuğunun ana kaynağı olan Endonezya'yı işgal eder ve dünya çapında bir kinin kıtlığına neden olur. Tropik bölgelerde askerler kurşunlardan çok sıtmadan ölüyordu ve yeni bir tedavi arayışı sürüyordu. Klorokin, Amerikalılar tarafından alternatif bir sıtma önleyici ajan olarak geliştirilmiş. İnsanlar yanlışlıkla klorokin ve hidroksiklorokinin kimyasal olarak benzer olmalarına rağmen "sentetik kinin" olduğuna inanıyorlar. Klorokin, daha az yan etkiye sahip olduğu için sonunda sıtmanın ana tedavisi olarak kininin yerini almış. Kinin hala tonik su için bir tatlandırıcı olarak üretiliyor ve ilaca dirençli sıtma için önemli bir ilaç olmaya devam ediyor.
Yüzyıllardır kınakına kabuğuna olan talep, kınakına ağacının doğal yaşam alanına da zarar veriyor. Aşırı hasat, koruma verileri eksik olsa da ağaç türlerinin asıl anavatanında daha zor bulunduğu anlamına geliyor. Peru'daki Manú Milli Parkı örneğin, yerli Kınakına ağaçlarının görülebileceği birkaç yerden biri. Tarih boyunca kınakına ağacı gibi birçok bitki hastalıklar için önemli tedaviler sağlamış ve sağlamaya devam ediyor. Modern bitki bazlı ilaç geliştirme çalışmaları devam ederken ve yerli habitatlar yok olurken, geriye kalanları korumak ve bu biyolojik kaynakların ve onlarla birlikte yaşayan insanların sömürülmesini önlemek her zamankinden daha önemli elbette.
Bunlar da ilginizi çekebilir:




DİĞER YAZILAR
Yorum Yaz